Sezeryanda olen var mı ?

Dost

New member
Sezaryen Gölgesinde Bir Doğum Hikâyesi: “Yaşamak mı, Yaşatmak mı?”

“Merhaba arkadaşlar,” diye başladı Elif’in satırları forumun o sessiz, ama bir o kadar da kalabalık köşesinde. “Bunu yazmak kolay değil ama belki birilerinin düşünmesini sağlar.”

Bir hikâye değil bu sadece; bir doğum odasının kapısında zamanla yarışan insanların hikâyesi.

---

Bir Kadının Gözünden: Nefes ile Sessizlik Arasında

Elif, 32 yaşındaydı. Hamileliğinin son haftasında, sancılarının dinmediği bir gecede hastaneye kaldırıldı. Her şey yolundaydı denmişti önce; bebek kalp atışları güçlüydü. Ancak sabah olduğunda işler değişti. Nabız düşüyor, doktorlar hızlı adımlarla koridorda birbirine bakıyordu.

O an odadaki sessizlik, Elif’in içindeki fırtınayı bastıramadı.

Eşi Murat, elini tutarken sadece “Bir şey yapın!” diyebildi. Erkeklerin dünyası bazen çözüm üretmekle sınırlıdır; Murat da o an sadece “nasıl kurtarırım” düşüncesiyle hareket ediyordu.

Kadın doktor, Asuman Hanım, yılların deneyimiyle sakin ama derin bir tonda konuştu:

“Sezaryen gerekiyor. Hemen.”

Murat bir an tereddüt etti. Ailesinden duyduğu hikâyeler, annesinin “Normal doğum kadının zaferidir” sözleri kulaklarında yankılandı. Ama o anda zafer değil, nefes önemliydi.

---

Tarihin Sessiz Arka Planı: Sezaryenin Kökleri

Sezaryen ameliyatı, adını Roma İmparatoru Julius Caesar’dan aldığına inanılan, ama gerçekte çok daha eskiye dayanan bir yöntem. Antik çağlarda sezaryen, çoğu zaman annenin hayatını kurtarmaktan çok, ölmüş bir annenin karnından bebeği almak için yapılırdı.

Modern tıbbın ilerlemesiyle birlikte bu işlem, yaşamla ölüm arasındaki çizgiyi koruyan bir mucizeye dönüştü.

Ama hâlâ bazı kültürlerde sezaryen “eksik bir doğum” olarak görülüyor. Elif de bu duvarla yüzleşmişti. Çünkü onun hikâyesi sadece tıbbi bir karar değil, toplumsal bir aynaydı.

---

Bir Ameliyathanenin Soğuk Gerçeği

Kapılar kapandığında, Murat dışarıda, dua eder gibi elini alnına dayamıştı. İçeride ise zaman bükülüyordu.

Elif, ameliyat masasında bilincini yitirirken, “Ya ölürsem?” diye düşündü. Bu, doğumun en sessiz çığlığıydı.

O anda kadın hemşirelerden biri — genç, yüzünde tedirgin ama kararlı bir ifade — Elif’in elini tuttu. O küçücük jest, yaşamın ipine tutunmaya çalışan bir kadına verilen en büyük destekti.

Operasyon başarılı geçti. Ama ne yazık ki her hikâye Elif’inki kadar şanslı bitmiyor. Türkiye’de yılda ortalama 1.000 kadından 1’i doğum sırasında, çoğu kez gecikmiş müdahaleler veya yetersiz sağlık koşulları yüzünden hayatını kaybediyor (Kaynak: T.C. Sağlık Bakanlığı, Anne Ölüm Oranları 2023 Raporu).

Bu sayılar sadece istatistik değil; her biri, bir annenin yarım kalan ninnisi, bir bebeğin eksik büyüyen hikâyesi.

---

Erkeklerin ve Kadınların Aynı Anda Güçlü Olduğu Anlar

Ameliyattan sonra Elif uzun süre hastanede kaldı. Murat her sabah erkenden gelip onun yanına oturuyor, bazen sadece sessizce bekliyordu.

Bir gün Elif gözlerini açtı, “Bebeği gördün mü?” diye sordu. Murat’ın gözleri doldu, “O seni bekliyor,” dedi.

O an erkeklerin stratejik, mantıksal tarafı değil; kalbinin en empatik yanı konuştu.

Kadın ise bedeninin yarasından değil, kalbinin yeniden doğumundan güç aldı.

Toplum çoğu zaman doğumu kadına, kararı ise erkeğe yükler. Oysa bu hikâyede ikisi de yaşamın ortağıydı. Kadın dayanıklılıkla, erkek sorumlulukla sınanmıştı.

---

Bir Toplumun Aynası: “Normal Doğum” Ne Zaman Normal Oldu?

Forumdaki yorumlarda biri şöyle yazmıştı:

> “Benim annem sezaryenle doğum yapmış, yıllarca utanmış bundan. Neden bir kadının doğum şekli, anneliğinin derecesini belirlesin ki?”

Gerçek şu ki, “normal” kavramı bile toplumsal kalıpların eseri.

Bir kadının doğum şekli değil, yaşam verme cesareti kutsaldır.

Sezaryen bir tercih değildir çoğu zaman; hayatta kalma biçimidir.

Bugün hâlâ bazı bölgelerde kadınlar, sezaryen olmak istediklerinde “kolaycılıkla suçlanıyor.” Oysa bu, tıbbın sunduğu bir yaşam garantisidir.

Beden politikaları, kadının kendi kararlarını sorgulatmak yerine desteklemeyi öğrenmelidir.

---

Yaşamı Seçmek: Son Bir Nefes, Yeni Bir Başlangıç

Elif hastaneden taburcu olduğunda bebeğini ilk kez kucağına aldı.

“Ben ölmedim, yaşadım,” dedi içinden.

Ama bu söz sadece kendine değildi; toplumun kadına biçtiği sessizliğe de bir cevaptı.

Sezaryenle doğum yapan kadınlar, bedenlerinin değil, kalplerinin gücüyle doğurur. Her dikiş izi bir yaşamın imzasıdır.

---

Siz Ne Düşünüyorsunuz?

Bu satırları okuyan siz, belki bir eşsiniz, belki bir anne, belki de sağlık çalışanı.

Bir an durun ve düşünün:

- “Yaşamak mı daha kutsal, yaşatmak mı?”

- “Bir annenin doğum şekli, onun sevgisinin ölçüsü olabilir mi?”

Elif’in hikâyesi belki bir forum başlığı olarak başladı, ama aslında hepimizin hikâyesi.

Her doğum, insanlığın yeniden yazıldığı bir andır — sezaryenle, sancıyla, gözyaşıyla…

Ve belki de asıl mucize, doğumun kendisi değil, yaşatmaya devam etme cesaretidir.